15 Mart 2015 Pazar

"Bir Çift Ayakkabının Düşündürdükleri.."

Hafta sonu Cevahir'deydim. Önce ışıltılı mağaza vitrinlerine baktım ayıla bayıla, sonra içlerine girdim, kıymetli dakikalarımı kıyafet ve ayakkabı deneyerek harcadım, yanımdaki yüzlerce insanla birlikte.. Bunu hepimiz yapıyoruz gün içinde, avm kültürünü çok iyi yaşayan bir milletiz sonuçta, hakkını vermemiz lazım, çocuklarla uğraşmak zor mu geliyor? Sal avm'ye gitsin.. Çocuğunun parka gitmeye, oyun oynamaya ihtiyacı var ama olsun avm senin için can simidi nasıl olsa. Sıkıntın mı var? Bir iki mağaza gez, hemen geçer sıkıntın.. Havalı mı gözükmek istiyorsun? Hemen Starbucks'a gir, al kahveni eline.. Sevgilin seni terk mi etti? Hemen gir depresyona, kimseyle konuşma, ya da yak bir sigara.. Pahalı bir şey aldığında, bunu insanların gözüne gözüne sokmaya çalış mesela.. Annen-baban maddi imkânsızlıklarından dolayı o çok istediğin pahalı telefonu almıyor mu sana? Bence onları anlamaya çalışmak yerine agresif davranışlar sergile, ya da ne bileyim, evi terk et, onları yokluğunla tehdit et.. Iphone'un en son sürümü çıktığında uykundan ferâgat et, sabahın nurunda sırada bekle, ilk telefonlardan biri senin olsun diye.. Tanıdık geldi mi bir yerlerden bu saydıklarım? Her gün bu tarz insanlarla karşılaşıyorsunuzdur eminim.. Çevremizde o kadar çoklar ki! Ya da bazılarını biz de yapıyoruzdur, özeleştiri de yapalım bir yandan..
"Aman canım, ne var ki bunda?" diyerek savunmamızı da yaparız böyle durumlarda.. "Herkes aynı şeyi yapıyor, benimki mi göze batacak?" deriz mesela.. Ama sonra bir gün, bir film izlersin ve gözardı ettiğin bazı gerçekler yüzüne tokat gibi vurur. "Cennetin Çocukları" (Children of Heaven, 1997) tam da böyle bir film. Tatlılıkta birbiriyle yarışacak iki kardeşin; Zehra'yla Ali'nin hikayesidir izlediğiniz.. Özetle; Ali, kız kardeşi Zehra'nın tamire götürdüğü ayakkabılarını kaybeder ve Zehra'nın başka ayakkabısı olmadığı için de iki kardeş, Ali'nin tek ayakkabısını dönüşümlü olarak giyip okula gitmeye başlarlar. Zehra; hem abisini zor durumda bırakmamak için, hem de babasının yeni bir ayakkabı alacak gücü olmadığı için bu durumu ne annesine ne de babasına söyler. Bir süre böyle idare ederler, Zehra her gün okuldan çıkınca, abisi okuluna geç kalmasın diye koşarak eve döner ve ayakkabıları abisine verir. En trajik sahnelerden biri, Zehra okuldan dönerken, ayağına büyük geldiği için ayakkabının tekini dereye düşürür ve yol boyunca ağlayarak ayakkabıyı almaya çalışır.. O kadar çok güzel mesaj var ki filmin içinde, hangi birini anlatayım.. Bir akşam ailecek otururlarken, Zehra babasına çay koyar. Babası da o sırada, çaycılığını yaptığı caminin şekerlerini kırıp paketlemektedir. Babası Zehra'ya, "Güzel kızım, gün boyunca çay dağıtıyorum, ama hiçbiri senin çayın gibi olmuyor. Ama şeker getirmemişsin?" der. Zehra da, babasının kırmakta olduğu şekerleri göstererek: "Burada var ya babacığım" der.. Babanın cevabı şahanedir: "Olur mu kızım, bu şekerler caminin malı, bizim değil ki. O insanlar bize güvenip iş verdiler, onu kendi keyfimiz için kullanamayız." Böyle bir babanın yetiştirdiği çocuklar da, paylaşımı, varla yetinmeyi, şükretmeyi, hak yememeyi bilen evlatlar olurlar tabii ki.. 
Bu arada Ali, Zehra'nın çok üzüldüğünü bildiğinden ayakkabıyı aramaya devam etmektedir. Sonra bir gün, Ali okulunda bir koşu yarışması olacağını, üçüncüye de ödül olarak bir spor ayakkabısı verileceğini öğrenir ve yarışa katılabilmek için öğretmenine neredeyse yalvarır. Çünkü üçüncü olup, alacağı ödülü kardeşi Zehra'ya hediye etmeyi hayal etmektedir.. Koşu yarışında Ali birinci olur.. Öğretmeni mutluluktan uçarak kendisini tebrik ettiğinde, Ali üçüncü olamadığı için ağlamaktadır. Film o kadar çok duyguyu içinde barındırıyor ki, bu kadar basit ve sıradan bir filmden beklenmeyecek bir duygu yoğunluğu yaşıyorsunuz izlerken. Kardeş sevgisini doruklarına kadar yaşatıyor en başta.. "Haline şükretmek", "Kanaat etmek", "Hak yememek", "Empati kurmak" hepsi var filmde.. 
Son olarak; film bittikten sonra, sahip olduğum bilmem kaç tane kıyafetimden, bilmem kaç çift ayakkabımdan, ihtiyaç hali dışındaki elimde bulunan her şeyden utandım.. Rabb'ime ne kadar az teşekkür ettiğimi fark ettim.. Sağlığıma, aileme, dostlarıma, sahip olduğum eşyalarıma ne kadar az şükrediyorum oysa dedim.. Sizlere naçizane tavsiyem de, henüz izlemediyseniz mutlaka ama mutlaka izleyin bu naif ve sıcacık aile filmini.. Sonra da yarım saat tefekküre ayırın vaktinizi, şükredin sahip olduğunuz her güzelliğe.. Sizin sahip olduğunuz ama burun kıvırdığınız, sizden daha kötü durumda olanların sahip olduğunda mutluluktan uçacağı şeylere ya da size lütfedilmiş olduğunun farkında olmadığınız, sanki size zaten verilmek zorundaymış gibi davrandığınız şeylere tekrar bir dönüp bakın.. 




Klişedir ama gerçektir: "Sahip olduğun hayata şükret, belki de o bir başkasının hayalidir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder